Mersin'in turunçgilleri geçit töreninde
15-16 kasım tarihlerinde 5. Narenciye Festivali'ni izlemek, yakından takip etmek ve sarı-turuncu heyecanı yaşamak üzere Mersin'deydim.
Mersin Ticaret Borsası'nın davetlisi olarak çoğunluğu
ekonomi alanında olmak üzere çeşitli alanlarda yazan gazeteci arkadaşlarımızla
festival alanına doğru yürürken heyecanlıydık. Günlerce süren hazırlıklar
bitmiş birazdan geçit töreni başlayacaktı.Geçit törenini rahat izleyebilmemiz için Mersin'in iyi
bilinen balık lokantası Aşina'nın açık alanında yerlerimizi aldık. Mersin
valisi ve belediye başkanının açılış konuşmalarının ardından Mersinliler de
geçit töreni yapılacak olan yol boyunca yerini almıştı.. Görüntüler gerçekten
çok renkliydi.

32 ülkeden 700 davetlinin gösterileri ilgiyle izlendi. Her
ülke geleneksel kıyafetleri, çocukları, gençleri ve gösteri sanatçıları ile
izleyenlere bir görsel şov sundu.
“Narenciye dalında kalmasın,
çocuklarımıza vitamin olsun!"
Mersin Ticaret Borsası Başkanı Abdullah Özdemir, güzel bir
slogan hazırlamış: “Narenciye dalında kalmasın, çocuklarımıza vitamin
olsun". Gerçekten de öyle. Taze meyve alışkanlığımızı geliştirmemiz lazım.
Özelliklere çocukların bu alışkanlığı kazanması sağlıklı beslenme ve gelişim
açısından da çok önemli. İthal meyveler yerine kendi yerli üretim meyvelerimizi
tüketmeye öncelik vermeliyiz. Bu konuda annelere ve evin alışverişini yapan
hanımlara büyük görev düşüyor. Meyveyi dilimler halinde salata yaparak, yeşil
salatalara ekleyerek, aşureye, keke, pastaya kullanarak her şekilde tüketmek
mümkün.
Mersin limonu nerede kaldı?

Mersin 5. Narenciye Festivali’nde Ticaret Borsası Başkanı
Abdullah Özdemir’den narenciye üretim tüketim bilgilerini alırken %123 limon
fazlası olduğunu öğrenince ‘limon’ konusundaki endişelerim daha da arttı. Biz
çaya çorbaya, zeytine salataya limon sıkan, limon kolonyası kullanan ve
limonata içen bir toplum olarak nasıl oluyor da ürettiğimiz limonu
tüketemiyoruz? Geçtiğimiz yaz limonun kilosu 10 liraya çıktı ve haftalarca öyle
devam etti. Kaldı ki en büyük tüketici İstanbul ve İstanbul’da Mersin’den gelen
limonu bulmanız mümkün değil. “İstanbul’a neden kalın kabuklu, mis kokulu ve
sulu Mersin limonu gelmiyor da Güney Amerika’dan gelen ithal limonları ya da
sadece Antalya üzerinden gelen ince kabuklu, kokusuz limonları alıyoruz?” diye
sorduğumda da ne yazık ki tatmin edici bir cevap alamıyorum.
Amaç, bu festivalleri yaparak ülkemizin bir ‘turunçgil’
cenneti olduğunu vatandaşa hatırlatıp tüketime yönlendirmek. Ama katma değer
olmadığı sürece ne ‘Mersin Limonu’ ne de ‘Mersin Portakalı’ akla gelmeyecek.
Çok uzağa gitmeye gerek yok. Komşumuz Yunanistan’a, Sakız Adası’na ayak
bastığınız anda ‘limon şekerlemesi’, ‘mandalina reçeli’, ‘portakal kabuğu
reçeli’ neredeyse damla sakızı ile eşdeğer ölçüde önemsenmiş olarak karşınıza
çıkıyor. O ürünleri gördüğünüz anda “buranın mandalinası, portakalı da
meşhurmuş” diyorsunuz. İtalya’ya gidenler ‘Limonçello’ (bir tür limon likörü)
almadan dönmezler.
Yerel ürünlere sahip çıkmak ve acilen katma değer oluşturmak durumundayız. Limonuyla,
portakalıyla marka şehir olmak isteyen Mersin’in başta üreticisine olmak üzere
ürünlerine sahip çıkması, değer katması lazım. Kaliteli üretim yapıyoruz ama
pazarlayamıyoruz. Tüketime katkı için, “Narenciye dalında kalmasın,
çocuklarımıza vitamin olsun" diye 12-18 Aralık Yerli Malı Haftası’nda
ilkokullarda portakal, mandalina dağıtarak başlayabilirler.

MERSİN'İN YÖRESEL
LEZZETLERİ

Mersin deyince sizin aklınıza ilk hangisi gelir bilemiyorum
ama benim aklıma gelenler sırasıyla şöyle; şimdi kalmasa da Mersin-Tarsus yolu
üzerinde çilek suyu; sonra turunçgil ağaçları, kalın kabuklu yediveren limonu,
portakal, yeşil zeytin... Tantuni, Cezerye, Kerebiç, Ciğer dürüm, Şalgam suyu, nar. Kireç
kaymağında çıtır kabak tatlısı, ceviz sucuğu, kuru patlıcan-biber ve tabii ki
başta pul biber, nane olmak üzere yüzlerce baharat... Kısır, Humus gibi
mezeleri de en az Antakya, Adana kadar meşhurdur. Susamlı ince pide ekmekleri
ki "küncülü ekmek" de derler, nefistir. Mersin'e gidip de Lagos
(Lahos de denir) yemeden olmaz. Akdeniz'in en lezzetli balıklardan biridir.
Mersin'deki balık lokantaları balığı da deniz ürünlerini de çok güzel yaparlar.

Festival'in ilk günü öğle yemeği yediğim Aşina restoranı ve
Marina'daki İskele & Marin restoranı özellikle tavsiye ederim. Aşina'da
Lagos (Lahos) buğulama gerçekten de nefisti. Marine levrek, soğüş ahtapot,
ızgara karides gibi deniz ürünleri ile hazırlanmış mezelerin yanı sıra Aşina'da
pastırmalı sıcak humusun da tatma şansım oldu.
Mersin valisi, büyük şehir belediye başkanı, ticaret borsası başkanı ve
ilçe belediye başkanları ile birlikte akşam yemeği için Marina'daki İskele
& Marin restoranda da ızgara deniz levreği ana yemek olarak gelirken acılı
soslarla tatlandırılmış karides, kalamar ve balık kokoreç ikram edildi.

Mersin'in yayları...
İstanbul'a dönmeden önce bir yayla turu yapalım dedik ve
kendimizi bir anda 1600 m rakımlı Gözne Yaylası'nda buluverdik. Ayva Gediği
beldesinde ise
(şimdi mahalle olmuş) karşılaştığımız köylü pazarı beni çok
mutlu etti. Toros Pide'nin otlu gözlemeleri, yufka ekmeği ve mısır ekmeği
sıcacık geldi önümüze... Pideci dediğime bakmayın burası köyün ekmek fırını aslında...
Ayağı şalvarlı, başı yazmalı 4 kadın harıl harıl çalışıyor fırında. Köy
kahvesinin taze demlenmiş çaylarıyla gözlemelerle bir güzel doyurduk
karnımızı... Dönüş yolanda 5 dakikacık ayak bastığımız portakal bahçesi tam
fotoğraflıktı, ordan da boş dönmedik tabii..
Mersin'de olduğu gibi yurdumuzun her yerinde kendi özgü
yerel lezzetler var. Bunların devamlılığı yaşaması ve yaşatılması Türk mutfak
kültürünün devamı ve yaşaması için son derece gerekli, hatta şart. Şehir dışına
çıktığınızda yol kenarlarında, tarlasından, bağından, bahçesinden
topladıklarını satan üreticiyi boş geçmeyin. Durun 1 kg da olsa bir şey satın
alın. Bütçesine katkıda bulun ki üretmeye, toprağını işlemeye devam etsin. Bu
güzellikleri, bu doğal lezzetleri hep beraber yaşatacağız...