GEZİYORUM, TADIYORUM, YAZIYORUM...





Zeytinyağını, zeytin gibi ekmeğimize katık edelim...

25 Kasım Dünya Zeytin Günü'nde bu sene geçen yıllarda olduğu gibi Akhisar'daydım. Adeta zeytin ormanlarıyla çevrili Akhisar, sofralık zeytindeki liderliğini şimdi zeytinyağına taşıma hedefinde.

Akhisar Ticaret Borsası Başkanı Alper Alhat'ın ev sahipliğinde gerçekleşen etkinlikte zeytin üreticileri, ticaret borsası yönetici ve üyeleriyle ulusal ekonomi basınının önemli isimleri bir araya geldi. Zeytinağaçları altında, Gördes'teki tarihi taş konağın bahçesinde yapılan kahvaltıda ekmeğimizi taze sıkılmış yemyeşil zeytinyağına banarak güne başladık.
20 yıldır zeytin hasat şenliklerine katılıyorum. 97 yılından 2002'lere kadar Ayvalık'taki hasat şenliklerine katıldım. Daha sonra Mersin Mut, İzmir Torbalı, Balıkesir Edremit'te yapılan etkinliklerde bulundum. Bu sene ise beşinci kez Akhisar'daydım. Akhisar'ın sofralık zeytiniyle tanıştığımdan beri eve başka zeytin girmiyor. 

İşim gereği de zeytini zeytinyağını yakından takip eden ve Türkiye'nin çok çeşitli yörelerinin zeytinyağını tatmış biri olarak halen kişi başı tüketimin bu kadar az olmasına üzülüyorum. 20 sene önce kişi başı tüketim 1 litre civarındaydı. O zamandan bu zamana 1 litre daha artabilmiş.
Oysa bu bizim ürünümüz. Zeytinin anavatanıyız. Kilis, Antep, Antakya.. Tüm Akdeniz kıyıları, Ege'nin tamamı, Çanakkale, Balıkesir, Gemlik ve hatta Karadeniz'in batı kıyılarında zeytin yetişir. Sofralık zeytini ekmeğimize katık ettiğimiz gibi zeytinyağını da katık etmeyi bilmemiz lazım. 
Cem Seymen'nin moderatörlüğünde gerçekleşen panelde zeytinyağı konuşuldu. Ekonomi yazarları ve programcıları Fatoş Karahasan, Vahap Munyar,  Abdurrahman Yıldırım ve Hande Bertan, Türk zeytinyağı kalitesi, pazarlama taktikleri ve markalaşma üzerine konuştular. Gurme 
Ayhan Sicimoğlu da zeytinyağımızın yurtdışında çok iyi tanıtılması gerektiğini söyledi. Akhisar Ticaret Borsası Başkanı Alper Alhat: "Zeytinyağı market raflarında 20 TL olmalı, biz bunu başaracağımıza inanıyoruz" diyerek zeytinyağı tüketiminin halen çok düşük olduğuna dikkat çekerek fiyat düşerse herkesin zeytinyağını daha bol yiyeceğine vurgu yaptı.
Ben de diyorum ki "zeytinyağını da zeytin gibi ekmeğimize katık edelim, her sabah bir lokma ekmeği sızma zeytinyağına banalım"!
14 milyon kayıtlı ağacı, irili ufaklı 300 den fazla zeytin ve zeytinyağı firması ve 20 bin kişiye sağladığı gelirle sofralık zeytinin başkenti olan Akhisar’da, 1652 yıllık "anıt ağaç" ların bulunduğu zeytinlikler var. 25 Kasım Dünya Zeytin Günü'nde bu sene Akhisar'da "zeytinyağı" konuşuldu.  Gerçekten de zeytin ormanlarıyla ülkemizin en fazla zeytin ağacı sayısına sahip olan bu bölgede yetişen zeytinler gerek lezzet ve ürün kalitesi gerekse verimliliği ile dikkat çekiyor. Bu bölgede en ünlü sofralık zeytin cinsi Akhisar Uslu. Ardından Trilya (Gemlik tipi), Domat, Tekir, Kıvırcık, Manzelina geliyor. Tekir hem yeşil hem siyah kalamata tipi bir sofralık zeytin ve Saruhanlı Belen’de yetişiyor. Kırkağaç, Gördes ve Saruhanlı’daki büyük havuzlu işletmelerde işleniyor zeytinler.

Zeytinin hasadı ve sonrası
Zeytin, dünyada en uzun yaşayan ve ayakta kaldığı müddetçe de meyve veren değerli bir ağaç. Sulama gerektirmeden ürün vermesine rağmen son yıllarda yaşanan kuraklıklar ve özellikle yer altı sularının yetersiz kalması sebebiyle artık damla sulama yapılıyor. Zeytin dalından koptuktan sonra tazeliğini kaybetmeden hızlıca işlenmesi gerekiyor. Sofralık tabir ettiğimiz ve çoğunlukla kahvaltılık olarak tüketilen yeşil ve siyah zeytinin ülkemizde zeytinyağından daha çok tüketildiğini biliyoruz. Dalından toplanıp soframıza gelinceye kadar zeytinin bir işlenme yolculuğu vardır. Zeytin satın alırken damak tadımıza uygunluğuna bakmak için 1-2 tane zeytini tadarız. Önce tuzluluk oranına dikkat ederiz. Ama zeytinin etli oluşu, rengi, parlaklığı, buruşukluğu, kuru mu yağlı mı olduğu gibi onun kalitesini ortaya koyan pek çok unsur vardır. Yani alacağımız zeytinin kalitesini anlamak için çok iyi bakmak ve damağımıza güvenmek durumundayız.

Sağlık ve lezzet iksiri ZEYTİNYAĞI
Zeytinyağı bir meyvenin yağıdır, hatta zeytin meyvesinin suyudur diyebiliriz. Meyveden sıkıldığı haliyle işlenmeye, rafine edilmeye gerek kalmadan kullanılabilen en sağlıklı yağdır. İçeriği, doğanın bize bir armağan gibi sunduğu mucizelerle doludur.  Zeytinyağı her anlamda çok kıymetlidir. İyi korunmalı, doğru şekilde kullanılmalı ve pişirme esnasında hata yapılmamalıdır ki özelliklerini kaybetmesin. Lezzeti, kokusu, rengi ile tüm sıvıyağlar arasında özel bir yere sahiptir. Aralık ayı başından itibaren ocak ayı ortalarına kadar yağlık zeytinin hasat zamanıdır. Hatta kahvaltılık, turşuluk, yeşil zeytinler ve “erken hasat” tabir edilen yağlık zeytinler daha evvel, ekim sonu ve kasım ayında toplanır. Zeytin ağacı, meyvesi, dalı, yağı ile adeta Akdeniz’in simgesidir. Kutsal kitaplarda da karşımıza çıkan zeytinden elde edilen zeytinyağı, tüm Akdeniz havzasında kurulan medeniyetler için adeta bir ab-ı hayat olmuştur. Tarih boyu sağlığı, lezzeti ve barışı simgeleyen zeytinyağı, bu medeniyetlerde kutsal bir besin olarak kabul edilmiş. 
Zeytinyağının kalitesini belirleyen ana faktör zeytinin kalitesi ve sıkım işlemidir. Ayrıca zeytinin yöresi ve hasat şekli de kalitesini etkiliyor. Kahvaltı sofralarından, mezelere, salatalardan sarmalara dolmalara kadar her türlü yemeğe vazgeçilmez aroma ve sağlık katan zeytinyağının farklı çeşitleri değişik tekniklerle üretiliyor. 
Türk mutfağının geleneksel zeytinyağlıları başka hiçbir yemek kültüründe olmayan “zeytinyağlılar” kategorisini oluşturur. Bizde her mevsim zeytinyağlı yemek vardır. Kışın kereviz, lahana sarma, ıspanak, pazı, pırasa; yazın enginar, bakla, bezelye, börülce, bamya, kabak, yaprak sarma, biber dolma, imambayıldı şeklinde uzar gider zeytinyağlılar listesi.. Bir de pilakiler vardır ki en sevdiğim barbunya pilaki ve patates pilaki gibi. Zeytinyağlı yemekler oda sıcaklığında servis edilir ve salça kullanılmaz. Ancak sıcak veya ılık servis edilecek olan ve pişirirken içine domates salçası eklenenler de pilakilerdir… Zeytinyağlı yemek deyince de soğan, sarımsak, domates, tuz, şeker olmazsa olmaz… Zeytin ve zeytinyağı ile büyüyen insanlar her yemeğin zeytinyağı ile pişirilebileceğini bilir. Pişirildiği gibi çok sıcak olmasa da ılık olarak yenebileceğini de. Soğuk olarak yenmesinin Türk yemek kültüründe yer etmesinin bir nedeni de yaz sebzeleri ile olan mükemmel uyumu. Zeytinyağlıların en basit çeşitleri zeytinyağında yapılan kızartmalardır. Zeytinyağında önce kızartılıp sonra pişirilen musakkalar; zeytinyağı ile hazırlanan dolma içleri ile patlıcanlı ve midyeli pilavlar; salata sosları; Izgara balık veya bir dilim beyaz peynirin üzerine dökeceğiniz bir parça zeytinyağı, limon suyu veya sirke ile hazırlanmış bir salata sosu….
Zeytinyağı ile yapılan kızartmanın ağır olduğu genel bir kanıdır. Ancak bunun tersi doğrudur. Çünkü zeytinyağında yapılan kızartma sırasında kızartılan yiyeceğin dışında ince çıtır bir kabuk oluşur. Dolayısıyla az miktarda yağ çeker. Kızartılan yiyeceklere önceden tuz serpilmemesi, hepsinin birden kızartma tenceresine atılmaması ve kuru olması iyi bir kızartmanın püf noktalarıdır. Zeytinyağı 220 dereceye kadar özelliklerini yitirmez. Ancak yağın yanmamasına dikkat edilmeli.
Ege'de, Antakya'da velhasılı zeytin ve zeytinyağı ile harmanlanmış insanların mutfaklarında her yemek zeytinyağı ile pişer, baklava bile.
Nasıl saklanmalı?
Zeytinyağının kendine özgü tat, koku, renk ve aromasını ışık, sıcaklık, havayla temas ve bekleme süresi değiştirebilir. Güneş ışığına ve ısıya maruz kalan zeytinyağının tadı acılaşır. Havayla temas ettiğinde oksidasyona uğrar. Vitamin kaybı olur. Bu nedenle zeytinyağını koyu renk, kapağı sıkıca kapanan cam şişelerde ve karanlık ortamda saklayın. Zeytinyağının, kendine has renk, koku ve tadını koruyabilme süresi, uygun koşullarda saklandıysa maksimum 1.5 yıldır.   

Zeytinyağlılar nasıl pişirilmeli? Nasıl sunulmalı?
İster kış ister yez sebzelerini kullanın, zeytinyağlı yemeklerin temelde pişirme tekniği aynıdır. Bolca soğan, yazın domates, sarımsak, tuz, şeker ve bazı yemeklerde bir miktar su olmak üzere sebzesine göre kokulu ot ve baharat olarak da dereotu, fesleğen veya maydanoz girer. Zeytinyağlı yapılacak sebze taze olmalı; geniş tabanlı kapağı iyi kapanan bir tencere kullanılmalı. Zeytinyağlı yemeklerin en az 12 saat dinlenmesi önerilir, tat, lezzet, doku tam olsun, zeytinyağı sebzeyle bütünleşsin diye. Buzdolabında muhafaza edilmeli ancak servis yapılmadan yarım saat önce oda sıcaklığına çıkarılmalıdır.  Çünkü 4 derece soğukluktaki bir zeytinyağlıdan lezzet alamazsınız, zeytinyağı buzdolabında donar. Zeytinyağlıların pek çoğu bu anlattığım usulle pişirilir. Zeytinyağlı yemeklere neden şeker koyduğumuz hep merak edilir? Sadece lezzet için mi? Hayır. Lezzetin yanı sıra çok daha önemli birkaç sebep var: 1. Şeker sebzelere parlaklık verir, rengini ve yapısını korur. 2. Bolca kullandığımız soğan ve domatesin asit dengesini sağlar. 3. Zeytinyağlıları soğuk tükettiğimiz için ağzımızda güzel bir lezzet kalmasını sağlar. 

    ***                             ***                                 ***                          ***



2. Slow Cheese Bodrum, Milas Peynir Festivali 2-5 Mart 2017’de yine Milas Tarım, Gıda ve Hayvancılık Fuarı ile eş zamanlı olarak Bodrum, Milas ve Muğla’da gerçekleşti.



Ülkemizin farklı  yörelerinden gelen üreticilerin kaybolmaya yüz tutmuş yerel peynirlerini sunduğu, ulusal ve yabancı peynirciler, hijyen uzmanları ile çiğ ve kaynamış sütten yapılan peynirleri, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın bakışını, gerçek gıdaya ulaşımın zorlaştığı  yaşamımızda neneden toruna artık aktarılamayan peynir yapımı gibi konularda gün boyu gerçekleşen panelde konuşuldu, tartışıldı. Gastronomi ve Otelcilik Meslek Liseleri ile Muğla Üniversitesi’nin Milas Yerleşke’sindeki Yüksek Okulu’nda çiftçilerin katılımıyla öğrencilere eğitimler verildi. Düzenlenen peynir atölyelerinde peynir yapımı uzmanlarca uygulamalı olarak anlatıldı. Panel, peynir üretimi gezisi, sergi, belgesel film gösterimi, kitap imza etkinlikleri ile zenginleşen bu Slow Food gönüllü hareketi, Anadolu peynirlerine bir kez daha ışık tuttu.




 Yaveş Gari bakalım...


Artık yavaşlamanın zamanı.. Yavaş yaşam, sakin yaşam ve yerel gıda ile yavaş yemek.. Aheste aheste, tadına vararak yemek varken nedir bu hız? Nedir bu acele?! Fast food ortalığı kasıp kavururken "dur" diyecek bir oluşum çıktı ortaya: "Slowfood" yani yavaş ve sağlıklı, gerçek, iyi gıda ile beslenme savunucuları. Kurucusu Türkiye'ye geldiği yıllarda bizim yemek dergisi yayıncılığımız henüz başlamıştı ve Carlo Petrini ile söyleşiler yapılmış, demeçleri yayınlanmış ve savunduğu üretici ve tüketici haklarında ne kadar haklı olduğu konuşulmuştu. Ve hemen Türkiye'de de bu hereketi destekleyen ilk "konvivyum"lar yani "gönüllü yerel destek grupları" kuruldu. 


Slowfood Hareketinin temelinde kendi yemek kültürlerini korumayı amaçlayan, daha sürdürülebilir bir gıda geleceğini destekleyen, Slow Food felsefesini yaymayı ve gerçekleştirmeyi hedefleyen, bağımsız çalışan konvivyumlar vardır. Günümüzde dünyanın dört bir yanındaki 1500’den fazla konvivyum, Slow Food’un belkemiğini oluşturmakta ve her yıl ortalama 6000 etkinlik gerçekleştirmektedir. Dernek, temel gücünü dünyanın her yanındaki binlerce gönüllüsünden almaktadır; konvivyumlardan dernek başkanına her seviyede gönüllülük esastır. Gönüllüler yerelde hedefler belirleyip, etkinlikler düzenleyerek, hareketin felsefesini ve amaçlarını ön plana çıkarmaktadır.

Slow Food Yaveş Gari Bodrum Yerel Grubu öncülüğünde 2015 yılından beri her iki senede bir düzenlenen Slow Cheese Bodrum Peynir Festivali, bu yıl 2-5 Mart 2017’de Bodrum, Milas ve Muğla’da gerçekleşti.

Türkiye'nin farklı yörelerinden gelen ve kaybolmaya yüz tutmuş yerel peynirler Oasis'te kurulan alanda sergilendi. Tadıma ve satışa sunulan 111 çeşit peynir büyük ilgi gördü.  Ulusal-uluslararası peynirciler ile hijyen uzmanlarının katılımıyla coğrafi işaret almış ve Slow Food’un Nuh’un Ambarı listesine girerek Presidia olmaya hak kazanmış peynirler tanıtıldı ve düzenlenen panelde de özellikle araştırmacı - gazeteci yazar sevgili Nedim Atilla, yerel peynirlerin devamlılığının sağlanması ile ilgili üretim engellerinin kaldırılmasına yönelik çağrısını yaptı.

 “Yerel Peynirlerimizi Nasıl Yaşatırız?” uzunca tartışıldı. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın konuya yaklaşımı, gerçek gıdaya ulaşımın zorlaştığı günümüz yaşantısında neneden toruna artık aktarılamayan peynir yapımı gibi konular konuşulurken; Peynir Aşkına kitabının yazarları (aramızda peynirci kızlar tabir ettiğimiz) Neşe Aksoy Biber ve Berrin Bal Onur da geleneksel ürünlerin, pazara taşınması sırasında yaşanan sıkıntıları, yani yerel peynirlerin genel tüketiciye ulaşmasındaki sorunları anlattılar.

Festival programı kapsamında Bodrum ve Milas’ta okullarda çiftçilere özel “Beyaz Peynir Üretimi” ile öğrencilere “Peynir Yapımı” eğitimleri verildi .










Birçok yerel lokantada Türkiye’nin farklı illerinden gelen peynirlerin ve süt ürünlerinin kullanıldığı özel “Peynirli Menüler” sunuldu. Festival, Muğla Büyükşehir ve Bodrum Belediyeleri başta olmak üzere Bosch ve Oasis AVM Ana sponsorluğunda gerçekleşti. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Bodrum Ziraat Odası, Milas Ziraat Odası, Türkiye İş Bankası, Cıngıllıoğlu Metin Cıngıl, Foodrum Bodrum, Kefi Restaurant Otel Yahşi, Mutfak Sanatları Akademisi İstanbul, Kısmet Lokantası Bodrum, Tasarım Vakfı, Marmara Koleji Bodrum ve Whisky Travel festivale destek veren sponsorlardı.

Bodrum'da gerçekleşen bu organizasyona, slow food gönüllüsü olan sevgili dostum Oya Emerk'in daveti ile katıldım. Gönül ister ki bu tip güzel ve gerekli projelere kuruluşlar daha çok destek versin, katılım daha çok olsun ki yerel ürünlerimize, gerçek gıdaya ve mutfak kültürümüze sahip çıkabilelim.. Festival süresince konaklama sponsoru olan Tasarım Vakfı'nın kurucusu Faruk Malhan'ın misafiri olduk. Harika işler yapıyor burada. Yalıkavak tarafına yolunuz düşerse mutlaka uğrayın. Transferlerimizi Whisky Travel sağladı.  Öğle yemeğimizde Bodrum'un yerel en taze yemeklerini Kısmet Lokantası'nda tadarken Orhan Dumanlı ile tanışmak ve sohbet etmek çok keyifliydi.. Tüm gönüllülere ve destek verenlere bir gastronomi yazarı olarak çok teşekkürler... Bu tip festivallerin ve ilgi gösterenlerin daha da çoğalması en büyük dileğimiz.

Ve festival günlerinden 
Bodrum kareleri.. 

Tasarım Vakfı- Faruk Malhan

Yalıkavak'ta kahvaltı...
 Kayın mantarı ve keşkek


Kuzu etli
Şevket-i Bostan

 Kısmet lokantasının otlu börekleri... Mevsim otlarından ne varsa... Isırgan, arapsaçı, dereotu, kuzu ıspanak vs vs..




              * * *                              * * *                              * * *                                      ***


       Erciyes, Talas, Gesi, pastırma, sucuk ve Kayseri

 Geçtiğimiz nisan ayında, Radisson Blu HotelKayseri’nin daveti ve ev sahipliği ile çok keyifli bir Kayseri gezisi yaptık. Yemek, gezi ve mekan yazarı blogger dostlarla birlikte hem Kayseri’yi tanıma hem de Kayseri mutfağının lezzetlerini tatma fırsatı bulduk. Arka arkaya seyahatler ve araya giren çekimler, festival organizasyonu derken Kayseri gezi notlarımı yazıya aktarmaya nihayet vakit bulabildim.













Kayseri Havalimanı’na indiğimizde bizi karşılayan karlı Erciyes Dağı, tüm ihtişamıyla şehri kucaklıyordu. Radissonin Blu Hotel’in önünde Genel Müdür Fercan Başkan ve ekibinin sıcak karşılamasıyla lobiye geçtik. Pastane bölümünde sabah kahvelerimizi içip yola koyulduk.
Mimar Sinan’ın doğduğu evi görmek üzere Ağırnas’a doğru giderken meşhur Gesi Bağları diye bildiğimiz, şu anda etrafta hiç bağ bostan olmayan Gesi’de “kuş evleri”ni görmek için durduk. Bir kısmı ayakta çoğu yıkılmış olan bu güvercin barınaklarını görünce bakımsız haline üzülüp çok turist çekecek bir açık hava müzesi haline getirilmeli diye düşündüm.


Talas, evleri ve sokaklarıyla halen doğal yapısını koruyor. Mimar Sinan Evi olarak gezdiğimiz toprağın altında kalan mağaranın içi, özellikle kemerli tavanları, sütunları son derece etkileyici. Toprağın üzerinde kalan ev ise sonradan belediye tarafından ilave edilmiş. Rehberin anlattığına göre; Mimar Sinan, eserlerinde gördüğümüz kemerli mimari tarzını, doğduğu bu mağaradaki kemerlerden esinlenerek uygulamış.
Kayseri’deki en önemli Selçuklu mirası olan Hunat Hatun Külliyesi, Gevhernesibe Tıp Müzesi’ni görüp şehir merkezinde kalan Kayseri kalesi, surların ardına gizlenmiş kapalı çarşıyı gezdik.
Öğle yemeğinde Kayseri mutfağına özgü lezzetleri Kaşıkla Restaurant’da tattık. Mantı, kağıtta pastırma, su böreği, yaprak sarma, Necmiye hanım tatlısı yanında gilaboru şerbeti ile sunuldu.
 
Kayseri’nin tarihi ilçelerinden Talas’ta Yaman Dede konağını rehberin bilgileri eşliğinde gezip gördük. Dönemin konakta yaşam kültürünü günümüze taşıyan bu tarihi yapı dekoru ve ihtişamı ile gerçekten görülmeye değer.
Akşam yemeği için Eski Kayseri Mahallesi olan Setenönü’nde Avlu adını taşıyan mekandayız. Yöreye özgü Güveç’i tattıktan sonra öğrendik ki burada kaburga da meşhurmuş.  
Ertesi güne Radisson Blu Kayseri Hotel’in zengin kahvaltısıyla başladık. Otelin Mutfak Şefi Emre Öztop bizi pastane mutfağında misafir etti. Hep birlikte hamurlar açıp Kayseri Yağlaması pişirdik. Nevzine tatlısını da orijinal tarifini anlatarak uygulayan Emre şeften öğrenip öğleden sonra da tatma fırsatı bulduk.


Erciyes’i yakından görmek üzere yola koyulduk. Erciyes yolu üzerinde Hisarcık mevkiinde bulunan ve şehri kuşbakışı bir manzara ile görebileceğiniz Taşmekan’da yine bir Kayseri klasiği olan Sucuk-Ekmek ile öğle yemeğimizi yedik. Erciyes yol boyunca o kadar güzeldi ki sürekli fotoğraf çekmek için şöförü durdurmak zorunda kaldık.. 

Sırada Sultan Sazlığı vardı. Sultan sazlığı doğayı, kuşları, suyu ve sazlıkları seven, ilgi duyan herkesin görmesi gereken bir doğa harikası.. Tatlı ve tuzlu su ekosistemi ile geniş sazlık ve bataklıklarla zengin bir floraya sahip bu alanda 47 familyaya ait 65 cins ve 177 adet kuş türü tespit edilmiş. Sazlıkların arasında yapılan tekne turları ise masal gibi…
Gün batımında yine şehir merkezindeyiz ve akşam yemeğimizi yemek üzere etleriyle ünlü Kasap Mustafa’nın dükkanındayız. “Fırınağzı” meşhur et güveci. Güveç kaplarını Eskişehir Mihalıççık’ta yaptıran Mustafa Usta’nın elleriyle hazırladığı Fırınağzı, yanında közlenmiş mis gibi biberlerle gerçekten çok lezzetliydi.
Kayseri’ye veda etmeden önce bir de alışveriş yapmak lazım. Evdekiler pastırma, sucuk, mantı bekler dedik… Hepsi alındı, valizlere yerleşti. Damağımızda Kayseri lezzetleri, aklımızda şehrin güzellikleri ve Erciyes’in büyüsüyle yola koyulduk. Radisson Blu’ya bir kez daha teşekkürler. Bu güzel ev sahipliği, bu güzel ağırlama için.
Kayseri turizmini yurtiçi ve yurtdışında tanıtmaya devam ettiklerini ifade eden Radisson Blu Hotel Kayseri Genel Müdürü Fercan Başkan, şunları söyledi:
“Almanya, Hollanda, İspanya, Dubai, İran, Azerbaycan gibi dünyanın dört bir yanındaki turizm fuarları ve toplantılarına katılarak, her gittiğimiz yere, Kayseri’nin tanıtım tohumlarını ekiyoruz. Kayseri, gerek kültür ve tarih turizmi, gerek kış turizmi, gerek ticaret hayatındaki hareketliliğiyle; hem ülkemizin, hem bulunduğumuz coğrafyanın parlayan yıldızı olmayı sürdürecektir. Kayseri Valisi Sayın Orhan Düzgün, Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Mustafa Çelik, Erciyes AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Murat CahidCıngı, Erciyes AŞ Genel Müdür Yardımcısı Sayın Yücel İkiler, THY Kayseri Satış Müdürü Sayın Tamer Sislier, Şahika Turizm Genel Müdürü Sayın Yücel Şahin başta olmak üzere, kentimizin kamu, yerel yönetimler, Erciyeş AŞ, THY Kayseri ve sektör temsilcileriyle, yurtiçi ve yurtdışında bugüne kadar katıldığımız ve gelecekte katılacağımız tüm  organizasyonlarda, kentimizi en etkin şekilde dünyaya tanıtmaya devam edeceğiz” dedi.
 “Türk misafirperverliği eşliğinde ve uluslararası standartlarda, çok üst düzey bir hizmet sunuyoruz.Otelimizde, yerli iş adamlarının yanında,  Alman ve İspanyol iş adamları başta olmak üzere, dünyanın dört bir yanından iş adamlarını ağırlıyoruz.Kentimizdeki iş dünyasının ve sivil toplum örgütlerinin, toplantılarına ev sahipliği yapıyoruz.İlimizde, turizm bilincinin gelişmesi için birçok projenin içinde yer alıyoruz. Otel olarak, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından çevreye duyarlı konaklama tesislerine verilen “Yeşil Yıldız” belgesini kentimize kazandırmıştık. Aynı zamanda, kurumsal sosyal sorumluluk projelerinde liderliği üstleniyoruz” şeklinde konuştu. 



Radisson Blu Hotel Kayseri hakkında:
Radisson Blu Hotel, gerek yurtiçi ve yurt dışında katıldığı turizm fuarlarında, gerek ulusal gazeteler, web siteleri ve bloglarda Kayseri’nin tarihi, kültürel, doğal güzellikleri, eşsiz mutfağını ve görkemli Erciyes Dağı’nı tanıtmaya devam ediyor.  Radisson Blu Hotel Kayseri; Kayserili işadamı Süleyman Çetinsaya’nın Yönetim Kurulu Başkanlığını yaptığı Doruk Yat. Ve İnşaat A.Ş. tarafından otelin yapımı tamamlandı. Otelin şehrin orta noktasında tüm şehri kucaklayan konumu, panoramik şehir manzarası ve Erciyes’in ihtişamlı manzarası dikkat çekiyor. Radisson Blu zincirinin Türkiye’deki 10.’cu oteli olan Kayseri, şehir merkezinde modern çizgisiyle fark yaratıyor.  20 kattan oluşan otelde, rahatınız için tasarlanmış 243 oda ve 1 king suite bulunuyor. İş adamlarına özel Executive odaların (Business Room) yer aldığı özel katlar, tüm ihtiyaçlar düşünülerek hazırlanmıştır. Misafirlerine ücretsiz yüksek hızlı internet erişimi gibi olanaklar tanıyan otel, ayrıca Lounge ve 2 ayrı şık restoranı ile Kayseri’nin aranılan mekanları arasında yer almaktadır. Tel:03523155000
KAYSERİ MANTISI
6 KİŞİLİK
HAMURU İÇİN;
3 SU BARDAĞI UN
1 ADET YUMURTA
1 ÇAY KAŞIĞI TUZ
1 SU BARDAĞI SU
İÇ HARCI;
300 GRAM YAĞSIZ DANA KIYMA
1 ADET KURU SOĞAN
1/3 BAĞ MAYDONOZ
1 ÇAY KAŞIĞI KARABİBER
1 ÇAY KAŞIĞI TUZ
1 ÇAY KAŞIĞI KIRMIZI TOZ BİBER
YARIM ÇAY KAŞIĞI YENİBAHAR
YARIM ÇAY KAŞIĞI KİMYON
ÜZERİ İÇİN;
1 SU BARDAĞI YOĞURT
2 DİŞ SARIMSAK
YARIM ÇAY KAŞIĞI TUZ
YARIM ÇAY KAŞIĞI SUMAK
YARIM ÇAY KAŞIĞI KURU NANE
SOSU;
2 YEMEK KAŞIĞI TEREYAĞ
2 YEMEK KAŞIĞI AYÇİÇEK YAĞ
2 YEMEK KAŞIĞI DOMATES SALÇASI
YARIM ÇAY BARDAĞI SU
YAPILIŞI;

Yoğurma kabına unu alıp ortasını havuz şeklinde açınız içerisine tuz ve yumurtayı ekleyiniz ve yavaş yavaş su ilave ederek Ele yapışmayacak kıvama gelinceye kadar yoğurunuz. Mantı hamurunun hafif sert olması gerekmektedir. Hamurun üzerini nemli bir bezle örterek 30 dk kadar dinlendiriniz. İç harcı için soğanları ve maydanozları ince ince kıyınız. Bir kabın içerisine kıymayı, baharatları, soğan ve maydanozu ilave ederek yoğurunuz. Dinlenmiş olan hamurunuzu portakal büyüklüğünde bezelere ayırınız. Bezelerden bir tanesini unlanmış tezgâha alıp diğerlerini üstü kapalı olarak bekletiniz. Tezgâha aldığınız bezenin üzerine hafif un serperek yufkadan biraz daha kalın olacak şekilde merdane yardımıyla açınız. Açtığınız hamuru bir parmak genişliğinde eşit kare parçalara kesiniz. Kestiğiniz parçaların ortasına harcınızdan bir çay kaşığı kadar koyunuz. Dört köşesi simetri olacak şekilde kıvırarak birleştirin. Elde ettiğiniz hamur bitene kadar aynı işleme devam ediniz. Yapmış olduğunuz mantıları unlanmış bir tepsiye alınız. Bir tencerede 2 lt kadar suyu kaynatınız ve kaynayan suya bir çay kaşığı tuz ve bir tatlı kaşığı sıvı yağ ilave ederek mantıları içine atınız. 7 dk kadar mantıları haşlayınız. Mantı haşlanırken sosunu hazırlayınız. Sosu için tereyağı ve Ayçiçek yağını bir tavada eritiniz. İçerisine domates salçası ve yarım çay bardağı suyu ilave ederek karıştırınız. Hafifçe kaynamaya başlayınca sosu kapatınız. Haşlanan mantıları ocaktan alıp kaynama suyundan 2 su bardağı ayırınız. Ayırdığınız suya salçalı sosu ve mantıları ilave ederek karıştırınız. Mantılarınız servise hazırdır. Sarımsaklı yoğurt, nane, sumakla servis edebilirsiniz. Afiyet olsun

***                  ***                      ***                             ***

Her yer bir yere benzer, Artvin sadece kendine benzer

Tereyağlı kuymak, lor çorbası, cağ kebabı, pestil, pekmez, çeşit çeşit peynirler… Çoruh nehrinin suladığı topraklarında, dağında taşında zeytin de yetişiyor dut da ceviz de. Tarıma uygun toprağı olsa kavun-karpuz da yetişir, öyle bir iklim var buralarda… Buralar ülkemin en kuzey doğusunda, Gürcistan sınırında, Kars ve Erzurum’a komşu Artvin.


 
 

Geçtiğimiz şubat ayında Artvin Belediye başkanı Mehmet Kocatepe’nin daveti ve Artvinli arkadaşım ve pasta şefi Nazmiye Özdemir Meriç’in organizasyonu ile bu güzel kenti, insanlarını, kültürünü ve yemeklerini tanımak üzere 17 kişilik bir yeme-içme yazarları grubuyla İstanbul’dan Trabzon’a uçtuk. Karayolu ile 3.5 saatlik bir yolculukla Artvin’e ulaştık.

Akşam yemeği sofrası kurulmuş, bir yanda tulum çalıyor bir yanda yöresel kıyafetler giymiş gençlerin oyunlarıyla Marina Sosyal Tesislerin restoran kısmında karşılandık.  İşletme müdürü Şenol Bakır ve ekibi titizlikle hazırlanmışlardı. Artvin mutfağından seçme lezzetler masada yerini almıştı. Sıcak yemekler ise ardı ardına gelmeye başladı. Lor çorbası ile başladık. Ayvalı et, turşu kavurma, baklavalar, börekler, mısır ekmeği ve demleme çaylar… Sonra kahve sohbeti ile ev sahiplerinden Artvin’i dinliyoruz..


Odalarımıza yerleşmek üzere çıktığımızda ise Serender Evleri denilen tamamen ahşap kişiye özel mini evlerimize yerleştik. Mis gibi ahşap ve ağaç kokusu ile bol oksijen muhteşemdi. Ne de olsa burası göğe komşu sayılırdı.
Sabah uyandığımızda karşılaştığımız manzara tam anlamıyla bir sürprizdi. Herkes suratında koca bir gülümseme ile odasından çıkıp kahvaltıya geldi. 

Burası Artvin Borçka karayolu üzerinde Çoruh nehri kıyısında bulunuyor. Yaz sezonunda tatil için mükemmel bir konaklama tesisi. Yayla mimarisi ile yapılmış 22 adet serender tipi ev var. Hepsi 2’şer yataklı. Baraj gölünde su sporları, tekne gezileri yapılıyor. Alabalık, yayın, sazan balığı avlayabilir, kamp kurabilirsiniz.
Bu geziyi yazıdan çok fotoğraflarla anlatmak isterim.

Muhteşem bir coğrafya… Görmediğim az sayıda ilimizden biri de Artvin’di ve bu daveti memnuniyetle kabul ettim. Yemekleri, coğrafyası, havası, suyu, insanları ile yaşanılası bu diyarda kış mevsimi 


muhteşem bir güzellik sergiliyor.


Artvin peynirleri, el açması börekleri ve mıhlama ile mükellef bir kahvaltı sonrasında Deriner Barajı’nı gezerek Artvin turumuza başladık. Çoruh nehri üzerinde kurulu Deriner Barajı  207 m yükseklikte 720 m uzunlukta. Avrupa’nın üçüncü, Dünya’nın altıncı büyük barajı. Etkilenmemek mümkün değil. Zaten Artvin konum olarak son derece heybetli, yüksek dağlarda kurulmuş. Çoruh nehri havzası, kanyonlar, yaylalar; hepsi de gökyüzü ile komşu adeta… 

Tepeler bulutlarla iç içe…

Kafkasor yaylasına çıktığımızda ise karşılaştığım güzelliklerle adeta büyülendim. Cennet burası olmalı dememek elde değil. Siz bir de buralara yazın, temmuzda gelin görün, asla gitmek istemezsiniz dediler. Haklılar da… Kayak merkezine ulaştığımızda ise kayak severlerin buralar dururken neden Avrupa kayak merkezlerine gitmeyi tercih ettiklerini merak ettim. Bu kayak merkezinin acilen tanıtılması gerekiyor. Tur şirketleri nasıl olmuş da buraları keşfetmemişler?
Bey Konağı’nda sobaya odunları atıp kızaklarımızı aldık ve pistte kızak kayarak çocuklar gibi eğlenerek harika dakikalar geçirdik. Ardından kayak merkezinin işletmecisi ve tüm kayak malzemelerini bulabileceğiniz Mehmet Cebeci’nin misafiri olduk. Kuzineli sobaya bir tepsi yerli patates atılmış, pişmekte; sobanın üzerinde ise ıhlamur kaynamakta idi. Burada geçirdiğimiz zaman en keyifli anlarımızdan biri oldu. Nefis, odun ateşinde pişmiş patatesler ve sıcak ıhlamurla ısındıktan sonra dönüşe geçtik. Yolumuzun üzerinde durup ‘Madene Hayır’ mesajlarının olduğu onlarca afişin önünde biz de doğamıza sahip çıkmak adına  ellerimizi kaldırarak ‘durun’ işaretiyle toplu fotoğrafla mesajımızı verdik.
Artık dönüş vakti yaklaşıyordu. Atatepe’yi uzaktan resimleyip merkeze indik ve alışveriş içinYusufeli Şarküteri dükkanında aldık soluğu… Peynirler, tereyağlar tartıldı. Pekmezler, ballar alındı. Veda yemeğimizi yine Marina tesislerinde yedikten sonra ve yiyemediklerimizi paket yapıp yanımıza alarak uçağa yetişmek üzere Trabzon’a doğru yola koyulduk..
Deriner Barajı, Atatepe, Kafkasör Yaylası, Cehennem Deresi Kanyonu, Atabarı kayak merkezi, Çoruh nehrinin yeşil suları aklımızda, mıhlamanın, ayvalı etin, cevizli baklavanın, erik dolmasının tadı damağımızda kalarak veda ettik.. Bir de yazın gelip buraları görmek gidemediğimiz Karagöl, Yusufeli ve daha pek çok yerini gidip görmek üzere…
Artvin’den ayrılırken gözümüze çarpan mesajla uğurlandık. "Hiç Gitmemek Üzere Yine Bekleriz" 

Artvin yöresel ürünler için: Yusufeli Şarküteri 04662122333 – 05462196720
Artvin Çoruh Marine Tesisleri Rezervasyon ve bilgi için: Şenol Bakır 05445445255
Atabarı Kayak Merkezi Bey Konağı: 05303134411- 04664044






 





 





                                      * * *      * * *      * * *      * * *


Keramika'da renkler aşkla buluşuyor...


Geçtiğimiz Aralık ayı sonlarında Keramika Seramik davetlisi olarak Kütahya'daydım. Yemek, dekorasyon alanlarında blog yazarları ile birlikte seramik tabakların, bardakların hamurdan sofraya üretim aşamalarını görmek üzere gezimize fabrikadan başladık.



 Firma Genel Müdürü Emin Yüce beyle tanışıp sabah kahvelerimizi yudumladıktan sonra fabrikayı gezdik. El emeği göz nuru ile üretilen fincanlar, tabaklar elde ve makinaların yardımıyla şekil bulduktan ve renklendikten sonra 1200 derece ve üzeri sıcaklıkta fırınlanıyor. Desenleme yapıldıktan sonra ikinci kez fırınlanıyor ve mutfaklarımızda, sofralarımızda yer almak üzere kullanıma hazır hale geliyor.  Keramika ürünleri, kir ve leke tutmayan, bünyesinde hiç bir koku barındırmayan özellikte ve bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yemeklerimizin temas ettiği tabaklarımızın sağlıklı olması çok önemli. Keramika da üretiminde bunu çok önemsiyor.
Reklam ve E-ticaret yöneticisi Tuğba Öztürk rehberliğinde üretim gezisini tamamladıktan sonra Keramika çalışanlarına ikram edilmek üzere pişireceklerimizi hazırlayacağımız mutfağa geçtik. Malzeme hazırlığından sonra 10 kişilik bir takım halinde 1 saat gibi kısa bir sürede tüm çeşitleri hazırladık. Çok da eğlendik.  Showroom alanına geçtiğimizde ise son derece şık bir ambians ve küçük sürprizler hazırlanmış olan Keramika 2016 Koleksiyonu ile karşılaştık. Birbirinden özel tasarımlarla kahvaltı takımlarından yemek takımlarına baharat setlerinden çay saati ve pasta ikram setlerine kadar birbirinden güzel Keramika ürünleri arasında keyifle dolaştık. Keramika'nın 2016 koleksiyonu sloganı ise "Renklerin aşkla buluştuğu marka".
Ziyaretimizden dolayı adımıza hazırlanmış teşekkür plaketlerimizi aldıktan sonra Kütahya mutfağından yemekleri tadacağımız Hanedan Konağı'na geçtik.


Firma Genel Müdürü Emin Yüce beyle tanışıp sabah kahvelerimizi yudumladıktan sonra fabrikayı gezdik. El emeği göz nuru ile üretilen fincanlar, tabaklar elde ve makinaların yardımıyla şekil bulduktan ve renklendikten sonra 1200 derece ve üzeri sıcaklıkta fırınlanıyor. Desenleme yapıldıktan sonra ikinci kez fırınlanıyor ve mutfaklarımızda, sofralarımızda yer almak üzere kullanıma hazır hale geliyor.  Keramika ürünleri, kir ve leke tutmayan, bünyesinde hiç bir koku barındırmayan özellikte ve bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yemeklerimizin temas ettiği tabaklarımızın sağlıklı olması çok önemli. Keramika da üretiminde bunu çok önemsiyor.

Reklam ve E-ticaret yöneticisi Tuğba Öztürk rehberliğinde üretim gezisini tamamladıktan sonra Keramika çalışanlarına ikram edilmek üzere pişireceklerimizi hazırlayacağımız mutfağa geçtik. Malzeme hazırlığından sonra 10 kişilik bir takım halinde 1 saat gibi kısa bir sürede tüm çeşitleri hazırladık. Çok da eğlendik.  Showroom alanına geçtiğimizde ise son derece şık bir ambians ve küçük sürprizler hazırlanmış olan Keramika 2016 Koleksiyonu ile karşılaştık. Birbirinden özel tasarımlarla kahvaltı takımlarından yemek takımlarına baharat setlerinden çay saati ve pasta ikram setlerine kadar birbirinden güzel Keramika ürünleri arasında keyifle dolaştık. Keramika'nın 2016 koleksiyonu sloganı ise "Renklerin aşkla buluştuğu marka".
Ziyaretimizden dolayı adımıza hazırlanmış teşekkür plaketlerimizi aldıktan sonra Kütahya mutfağından yemekleri tadacağımız Hanedan Konağı'na geçtik.


 Sıkıcık çorbası, dolamber böreği, et güveç, tirit, zeytinyağlı yaprak sarma ve incirli muhallebiden oluşan yöresel lezzetlerle öğle yemeğimizi yedikten sonra Kütahya'nın tarihi konaklarının bulunduğu sokağı gezdik. Çini sanatı ustası Mehmet Gürsoy'u konağında ziyaret edip değerli eserlerini yakından görme şansı yakaladık.


Koleksiyonu daha detaylı görmek için http://www.keramikashop.com/ linkinden Keramika'nın web sitesini ziyaret edebilirsiniz.


HAKKINDA :1972 yılında Necati Ünal ve Ahmet Ünal kardeşlerin Kütahya/Tavşanlı ilçesinin Değirmisaz köyünde başlayan iş hayatları 2003 yılında Ünsa Madencilik Turizm Enerji, Seramik Orman Ürünleri Elektrik Üretim San ve Tic A.Ş kurulması ile devam etmiştir. Kütahya da hizmet göstermek kaydıyla, faaliyet alanını sanayi sektörü üzerine çeviren firmanın 2006 yılında Kütahya 1. Organize Sanayi Bölgesinde aldığı yatırım kararı ile Keramika’nın temelleri atılmıştır. 2006 yılında kurulan Keramika, 2007 yılında üretim hayatına başlamıştır. Keramika % 100 yerli sermaye ile kurulmuş, Türkiye’nin zücaciye sektörüne hizmet veren önemli bir marka konuma gelmeyi başaran firmalardan biridir.

****                      ****                            *****                   *****


Pırasa Soslu Çipura ve Febreze...

Koku duyumuz, hayatımız ve davranışlarımız üzerinde gerçekten etkilidir. Özellikle de yemek kokuları... Burnumuza hoş gelmeyen bir pişirme kokusu iştahımızı da yemek keyfimizi de kaçırır, olumsuz yönde etkiler. Özellikle mutfakta yemek pişirirken ya da malzeme hazırlığı yaparken "kötü koku" olarak tanımladığımız bazı kokular kaçınılmazdır. Lezzete olumsuz bir etkisi olmasa da yemek pişirme tercihlerimizi olumsuz etkiler. Örneğin İşkembe çorbası, sarımsak, balık, kızartma yağı gibi istemediğimiz ve her yere sinen, kolay kolay da gideremediğimiz kokular.

Elektrik süpürgesinin yaydığı koku gibi, lavabodan gelen koku, tuvalet kokusu gibi ya da havalandırılmamış, nem çekmiş kıyafetlerin kokusu, küf kokusu gibi pek çok istenmeyen koku sayabiliriz. .
Mutfağa dönecek olursak; Özellikle balık kokusu her kadının yok etmek istediği kokuların başında geliyor. Balığı çok sevsek de kokusuna çare bulamadığımız için evde pişirmekten çekiniyoruz. Pişirince de kokuyu gidermek için sirke kaynatıyoruz, limon kabuğu, adaçayı ya da şeker yakıyoruz.. Anlayacağınız epeyce bir uğraşıyoruz.
Artık bu yöntemlere başvurmamıza gerek kalmadı çünkü Febreze imdada yetişti.. Evler, mutfaklar, eşyalar, banyomuz, otomobilimiz, ofisimiz Febrez sayesinde her zaman yeni havalandırılmış gibi ferah, hafif çiçek ya da orman kokulu olacak. Uzun yıllardır profesyonel meslek hayatım gereği hep mutfakta oldum ve olmaya da devam eden biri olarak  her türlü kötü ve giderilemeyen kokuyu yaşadım. 
En çok da balık kokusu kalır evde. İster yağda kızartın istavrit tava yapın, ister mısır unlu hamsi pişirin, ister ızgarada levrek ya da fırında çipura, somon yapın, balık bir deniz ürünü olduğu için kendine has yağ yapısından dolayı koku yapar. Ve balıktan çıkan omega yağları her yere siner ve kolayca da gitmez. Sigara böreği bile kızartsanız, aspiratörünüz çalışsa da o kızartma yağı kokusu da siner. Hatta saçınıza, kıyafetinize öyle bir siner ki duş almak durumunda kalırsınız...

Febreze, işte bu bahsettiğim kötü kokuları maskelemek yerine tamamen ortadan kaldırarak geride sadece hoş ve ferah bir koku bırakıyor. Sprey şişesini hafifçe çalkalayıp bir iki kez boşluğa, tavana ya da oda boşluğuna doğru sıkmanız yeterli.  Febreze’in özel bir formülü var.




Geçtiğimiz günlerde Febreze'in
bu özelliklerini anlatmak üzere bir davet organize edildi. Öncelikle yemek blog yazarlarının davet edildiği bu etkinlikte bazı testlerle "koku" üzerine deneyimlerimizi paylaşırken bir yandan da uzun uzun mutfaktan çıkmayan balık kokularını konuştuk. Ama birbirimize balık tarifleri vermekten de geri kalmadık.  




Misafirlerimiz için benim bir spesiyalim olan Pırasa Soslu Çipura’yı ana yemek olarak seçtik. Bu etkinlik için, İstinye Poligan'da bulunan, Avcılık ve Atıcılık Kulübu alanındaki Urza Restaurant seçilmişti. Ağaçların ortasında, minik bir ormanın hemen yanındaki dağ evi konseptinde olan mekan, Febreze'in yeni kokusu Alp Esintisi'ni çok iyi anlatıyordu. Yaklaşık 45 kişinin aynı masada buluştuğu bu kalabalık davette balık tabaklarımız aynı anda servis edildi... Öncesinde sunulan meze tabağında da füme somon vardı ve Febreze'i test ederken de ağır kokulu bir konserve ton balığı kullanmıştık. Bunca balıklı bir ortama rağmen rahatsız edici bir koku hissetmeden miss gibi bir gün geçirdik... Febreze her eve lazım diyorum ve henüz denemediyseniz kesinlikle en kısa zamanda denemelisiniz... Nefis sosuyla çipura tarifimi de paylaşıyorum. Afiyet olsun.

PIRASA SOSLU ÇİPURA
(1porsiyon)
Gerekli malzeme:
  • 1 adet bütün Çipura
  • 4-5 adet karides
  • 1 kase kadar ince doğranmış pırasa
  • Yarım kereviz, ince rendelenmiş (arzuya bağlı)
  • 1 tatlı kaşığı kadar kapari çiçeği
  • 1 tutam kıyılmış dereotu
  • 1 çorba kaşığı un
  • 20 gr tereyağı
  • Yarım su bardağı beyaz şarap (arzuya bağlı)
  • Tuz, karabiber
  • (1-2 kepçe kadar miktar balığın haşlama suyundan)
  • 1 kaşık kadar ince rendelenmiş parmesan veya eski kaşar
YAPILIŞI:
  1. Bir tencereye 3-4 bardak kadar su koyup içine biraz tuz ekleyin ve kaynatın. 
  1. Temizlenmiş çipurayı kaynar suya bütün halde bırakıp 5-6 dakika kadar haşlayın ve kevgir kaşığı (delikli kepçe) ile süzerek alıp bir tabağa çıkarın.
  2. Balığın ortasındaki kalın kılçığını dikkatlice çıkarın.
  3. Fırın tepsisine yağlı kağıt serip balığı iki fileto halinde yerleştirin. Görünen iri kılçıklarını alın.
  4. Tereyağını bir tavada eritip pırasa, karides ve kerevizi soteleyin.  Şarap ekleyip hızlı ateşte tavayı sallayarak çektirin. (Yani şarap hızlıca buharlaşacak) Tuz ve un serpip kavurun. Üzerine balık haşlama suyundan bir kepçe ekleyip 2-3 dakika kaynatın ve elde ettiğiniz kıvamlı sosu balığın üzerine gezdirin.
  5. Kaparileri ve kıyılmış dereotunu ilave edip üzerine rendelenmiş peyniri serpin ve sıcak fırında 10 dakika kadar fırınlayın. Sadece ızgara kısmını çalıştırıp 170 C°de peynir kızarıncaya kadar fırınlayın. Sıcak olarak servis yapın
* Dilerseniz birer kişilik porsiyonlar halinde kiremitlerde hazırlayabilirsiniz.
NOT: Balık iri ve tombul ise haşlama süresini 2-3 dk uzatın. Ortasından kılçığı kolayca alınabilecek şekilde pişmeli. Dilerseniz balıkçınıza levrek fileto hazırlatarak aynı sosla balığınız doğrudan fırında pişirebilirsiniz. Fileto balıkları tepsiye dizip, çok az tuz, karabiber serpip üzerine pırasalı sosu gezdirin ve 200 C fırında pişirin.

* * *       * * *      * * *

Kokusu, tadı, rengi ile özel çaylar

Geçtiğimiz haftalarda blog yazarlarına özel bir 
çay tadım etkinliği düzenlendi. Beşiktaş Akaretler'de bulunan Mert Soley'in sahibi olduğu Cup Third Wave Ccoffee Shop'da Asia Chai Art Halil Ulaş'tan uzakdoğunun egzotik ve şifalı çaylarını dinlerken aynı zamanda da keyifli bir tadım günü yaşadım. Özel hazırlanmış çaylar, özel tadım bardaklarında sunulurken bu alanda uzman Halil Ulaş da bilgileri aktardı. Ardından da Mert Soley üçüncü nesil kahve demleme yöntemlerinden bahsetti ve Japon Sifonu adı verilen yöntemle hazırlanan kahvelerimizi tattık.


 White Silver Needle: Yılda bir kez hasat edilen bu çay, dünyadaki en yaygın çay çeşidi. Şekli beyaz gümüş bir iğneyi andırıyor. Tomurcuk halde iken toplanıp, buhar ile soldurulan bu çayın kafein oranı çok düşük. Çin’in Fujian eyaletinde yaklaşık 1000 yıldır üretiliyor ve Çinliler tarafından  "ömrü uzatan çay” olarak da adlandırılıyor. 


Jasmin Dragon Pearl: Yaseminli yeşil çay çok popüler olduğu için birçok bölgede üretilir. Hatta Türkiye'de de üretilir ama genel olarak karşılaştığımız örneklerde yasemin çiçeği ve yeşil çay karıştırılarak hazırlanır. Jasmine Dragon Pearl, çıkış noktası Çin’in Fujian bölgesi ve ortalama 800 yıldır üretilmekte. Diğer yaseminli yeşil çaylardan farkı ise zahmetli bir üretim sürecinin olması. Çayın en tepede bulunan 2,5 yaprak tek tek el ile toplanır ve soldurulduktan sonra taze yasemin çiçekleri ile harmanlanır. Çayın çevresindeki koku ve nemi üzerine çekmesinden dolayı deyim yerindeyse yasemin çiçeğinin balını emer. Daha sonra çiçek yaprakları ayıklanır ve çay yaprakları kıvrılarak inci tanesi haline getirilir. Bilinen en iyi yaseminli yeşil çaydır. Yeşil çayın bütün etkilerine sahip olsa da hazım ettirici ve rahatlatıcı etkisi daha baskındır. Sizi hem fizyolojik hem de psikolojik olarak rahatlatır.


Tie Guan Yin: Yeşil ve siyah çaylar arasında kalan Oolong çaylarındandır. Oolong çaylarının özelliği ise hem biraz okside edilmesi hem de yüksek dağlarda yetiştirilmesidir. Yüksek dağlardaki yabani çay ağaçlarından elde edilir. Hafif okside olduğu için daha dolgun bir lezzeti vardır. Bu çayın kalitesi için çok eski bir tabir olan Monkey Picked (Maymun Topladı) kullanılır. Eskiden budist rahipler yabani çay ağaçlarının en uç dallarındaki taze yaprakları toplamaları için maymunları eğitirlermiş. Yeşil çay özelliklerini taşır ama enerji verme özelliği daha baskındır. 

Pu’er: İsmini ilk hasat edildiği yerden alan bu çay, Değişik işleme tekniği ile öne çıkan çaylardandır. Buhar ile soldurulduktan sonra kalıplar halinde basılarak 3 yıl mikrobiyal fermente edilir. Şarap gibi işlem gören bu çayın yıllandıkça kıymeti artar. Çin'de bir yatırım aracıdır. Yağ yakma özelliği en baskın çaydır. Demlendiğinde rengi koyu olduğu için Dark Tea olarak da adlandırılır. 

Genmaicha: Japonya’nın geleneksel çaylarından Sencha’nın patlamış mısır ve kavrulmuş esmer pirinç ile karışımının benzersiz lezzeti.  

Rooibos (Aspalathus linearis) Bourbon vanilla: Güney Afrika’nın Cape Town bölgesinde yetişen Rooibos bitkisine Bourbon fıçısından elde edilen cipsler ile vanilya tadı kazandırılır. Kafein içermez. Demir, bakır, magnezyum, potasyum, vitamin c gibi 200 kadar etken madde içerir ve herhangi bir yan etkisi saptanmamıştır. Uluslararası Pediatri Kurumu tarafından “Hamile Çayı” olarak da adlandırılır. Antialerjik, antioksidan özelliklerinin yanı sıra doğal bir antibiyotiktir.

Cup Third Wave Ccoffee Shop / Şair Nedim Caddesi No: 5 Akaretler Beşiktaş
Asia Chai Art / Şemsettin Günaltay Cad. No.121/A Kazasker İstanbul

***         ***          ***            ***             ***                ***

Hiç yorum yok: